KELOĞLAN MASALLARI
ÜNLÜ FALCI 
Günün birinde Keloğlan gurbete çıkmaya karar vermiş. Heybesini hazırlamış, anasıyla 
helallaşmış, çıkmış yola. 
Sırtında torbası, elinde değneğiyle yürümeye başlamış. Evden çok uzaklara gitmiş. 
Bir köye yaklaşırken hava iyiden iyiye kararmış. Çalılıkların ardında da bir karaltı 
belirmiş. 
Keloğlan hemen bir ağacın arkasına gizlenip, adamı gözetlemiş. Adam koynundan 
çıkardığını, oradaki bir çalının dibine gömmüş. Sonrada oradan uzaklaşmış. 
Keloğlan bir süre bekledikten sonra oraya varmış. Yerlere dikkatlice bakmış. Adamın 
kazdığı yeri bulmuş. Toprağı kazmağa başlamış. Biraz kazdıktan sonra gözlerine inanamamış. Çünkü 
toprağın altında bir torba dolusu altın varmış. 
Keloğlan düşünmüş, taşınmış. Bu altının çalıntı olduğuna karar vermiş. Hem onu sahibine 
vermek, hem de bundan yararlanmak için bir plan kurmuş kendi kendine. 
Torbayı başka bir yere gömmüş. Düşmüş yola. Değneğini vura vura yürümüş, yürümüş. 
Sonunda köye varmış. 
Doğruca köy odasına gitmiş. Kapıyı açıp "Selamünaleyküm ağalar" diyerek içeriye girmiş. 
Köylüler bir yabancının geldiğini görünce onunla ilgilenmişler. 
Buyur, buyur deyip konuğa yer göstermişler. Eline bir bardak çay verip halini hatırını 
sormuşlar. 
Keloğlana ne iş yaptığını sorduklarında, keloğlan onlara: 
-Ben fal bakarım ağalar, demiş. Fal bakaar yitikleri bulur, geleceği okurum. 
Bunu duyan köylüler Keloğlana daha saygılı davranmışlar. Köylerine onur verdiğini 
söyleyerek onu birkaç gün misafir etmeğe karar vermişler. 
Hemen önüne büyük bir sini içinde yemek vermişler. Keloğlan buna çok sevinmiş. Çünkü 
sabahtan beri hiç bir şey yememiş. Karnı açlıktan zil çalıyormuş. 
Önüne konan yağı, balı, peyniri, sıcak gözlemeyi indirmiş mideye. Üstüne de okkalı bir 
kahve içmiş. Bir köşeye serdikleri yatağa uzanmış. Sabaha kadar deliksiz bir uyku çekmiş. 
Ertesi gün, sabah olunca köyden bir kese altının çalındığını söylemişler Keloğlana. 
Keloğlan: 
-Bir tas içinde su getirin, demiş. 
Köylüler hemen bir tas bulup içine de su doldurup Keloğlanın önüne koymuşlar. Keloğlanın 
ne yapacağını görmek içinde etrafına toplanmışlar. Keloğlanda anlamsız anlamsız mırıldanarak 
ellerini suya batırmış. Sonra ıslak ellerini yüzüne sürmüş. Bir an düşünür gibi yapmış. Sonra da 
köylülere altın dolu torbayı gömdüğü yeri tarif etmiş. 
Köylüler koşup gitmişler Keloğlanın tarif ettiği yere. Altın torbasını elleriyle koymuş 
gibi kolayca bulmuşlar. 
Bu olay Keloğlan'ın saygınlığını artırmış. Onu yere göğe koymamışlar. Namı da çevre 
köylere kadar yayılmış. 
Günün birinde eşeğini kaybeden bir köylü içinde suya bakmış. Sonra adamı başından savmak 
için: 
-Senin eşeğin ne yerde ne de gökte. Ortaada bir yerde demiş. 
Köylü aranıp dururken, eşeğini küçük bir tahta köprüde bulunca sevinç içinde köye dönmüş. 
Herkese olanları anlatmış. 
Bu olay da Keloğlanın ününe ün katmış. Keloğlanın ünü köyden köye, köyden kasabaya 
yayılmış. Eşeğini bulan adam bir gün padişahın bulunduğu kente gitmiş. Keloğlan'ın yitik eşeği 
nasıl bulduğunu anlatınca bu haber padişaha kadar ulaşmış. 
Padişah da ne zamandır bir falcı ararmış meğer. Babasının emanet ettiği kılıncın sırrını 
çözdürmek için. Kılınçın sırrının çözülmesi için o güne dek denemediği falcı, bilgin, büyücü 
kalmamış. Kılıncın sırrını bir türlü çözememişler. 
Padişahın adamları Keloğlanı bulunduğu köyden apar topar aldıkları gibi yaka paça 
padişahın huzuruna çıkarmışlar. Keloğlan çok korkmuş. Padişahın derdini çözümleyemezse, 
kellesinin gideceğini biliyormuş. Bu nedenle padişaha "Ben falcı falan değilim" demiş ise de 
padişah dinlememiş. 
Padişah kılıcı Keloğlana göstermiş: 
Ben çok küçükken babam bu kılıcı bana verirken, büyüyünce sırrını çözmemi vasiyet 
etmişti. Ama bugüne kadar bu kılıncın sırrını hiç kimse çözemedi, demiş. 
Şimdi, Keloğlan bu sırrı çözecek, padişah da ona "Ne dilersen dile benden" diyecekti. 
iyi hoş ama, keloğlan bunca bilginin, falcının, büyücünün çözemediği sırrı nasıl çözecekti. 
Keloğlan içinde "bir atlarsın çegirme, iki atlarsın çeğirge..." diye söylenmiş. 
Padişah Keloğlana bugüne kadar kılıncın sırrını çözmek için ortaya çıkıp da başaramayan 
kırk kişinin kafasının nasıl vurulduğunu anlatmış. Bu sözleri duyan Keloğlanın korkusu daha da 
artmış. Bu beladan nasıl kurtulacağını düşünmeye başlamış. 
Padişah: 
-Sana yarına dek müsaade, demiş. Bu sırrrı çözersen senin için yokluk yok artık. Ama 
sırrı çözemezsen kel kafan da yok. Bunu iyi bilesin Keloğlan.... 
Keloğlan bakmış bir kaçamak yol bulamamış. Zamandan kazanmak için padişah'a: 
-Bana kırk gün izin verin, kırk gün sonrra bu işi bitmiş bilin demiş. 
Padişah: 
-Hay hay, demiş. Bu iş için kırk yıldır bekliyorum. Ne yapalım kırk gün daha bekleriz, 
demiş. 
Keloğlan'ı bir odaya kapamışlar. Kılıcı önüne koymuşlar. İstediği cevizi, inciri, çuval 
çuval yığmışlar. Her öğün en güzel yemeklerden getirmişler. 
Keloğlan kırk gün kırk gece düşünmüş. kılınçın sırrını çözememiş. Kırkıncı gün sabah 
erkenden uyanmış. Düşünmeye başlamış ama nafile. Sırrı çözememiş. Kellesi gideceği için 
öfkelenmiş. Kılıcı eline alarak "Lanet olsun senin altının da elmasın da" diye söylenmiş. Sonra 
o öfkeyle kılıcı sapından tuttuğu gibi duvara vurmuş. Ama öyle hızlı vurmuş ki kılınç sapından 
kırılmış. Keloğlan elinde kalan sapa dikkatlice bakmış şaşırmış kalmış. 
Çünkü sapın içinde bükülmüş bir kağıt varmış. Kağıdı yırtmadan çıkartmış. Kağıtta bir 
şeyler yazıyormuş. Ama Keloğlanın okuma yazması olmadığından okuyamamış. Bu sırada verilen kırk 
günlük mühlet de sona ermiş. Padişahın adamları Keloğlan'ı yaka paça Padişahın huzuruna 
getirmişler. Keloğlan elindeki kırık kılıncın sapı ile, içinden çıkardığı kağıdı padişaha 
uzatmış. 
Padişah Keloğlanın uzattığı kağıttaki yazılanları okumaya başlamış. Okudukcada 
şaşkınlığı artmış. 
Çünkü kağıttaki yazı babasının yazısı imiş. Oğluna yazdığı mektupta şöyle diyormuş: 
"Yiğit şehzadem, saltanatım sana kalacak. Ama çok küçüksün. Bugünlerde ölüp gidersem, 
ortalıkta kalmandan korkuyorum. Bunun için sana bir hazine sakladım. Gömüldüğü yeri bu kağıtta 
gösteriyorum. Sen büyüyüp kılıncın sırrını çözünce bu hazine senin olacaktır. Sen de, padişah 
olmasan bile, bu hazine ile rahat bir yaşam sağlarsın kendine." 
Hemen mektupta belirtilen yere gitmişler. Adamlar topraği kazınca gercekten çok büyük 
bir hazine bulmuşlar. 
Padişah bu işe çok sevinmiş. Hem hazineyi bulduğu için, hemde babasının vasiyetini 
yerine getirdiği için Keloğlan'a: 
-Dile benden ne dilersen? Ne istersen veereceğim, demiş. 
O zaman Keloğlan bulunan hazineden ufak bir pay ve padişahın güzel kızını istemiş. 
Padişah önce karşı çıkmış bu isteğe. Ama sonra verdiği sözü hatırlamış. 
Keloğlan ile kızını evlendirmiş. Hazineden de büyük bir pay vermiş. Keloğlan padişahın 
kızı ile mutlu bir hayat sürmüşler... 
Onlar ermiş muradına, biz gidelim diğer masalları okumaya.....